MENU
YETENEKLER
Kuruma sabah saatlerinde gelen, görevini aksatmayan, raporlarını zamanında teslim eden, toplantılara katılan ama artık işin hiçbir duygusal parçasında yer almayan çalışanlardan bahsedelim biraz.
Bu, bildiğimiz anlamda “sessiz istifa” değil. Bu, çok daha sinsi ve etkisi uzun vadede daha yıkıcı: Duygusal İstifa.
Çalışan, işten fiziksel olarak ayrılmamış olabilir ama ruhen, zihnen ve kalben çoktan veda etmiştir.
İş yerinde hala görünürdür ama katkısı artık sınırlıdır. En önemlisi: Yaratıcılığını, bağlılığını ve enerjisini çekmiştir.
Ne geri bildirim verir, ne bir şey önerir, ne de artık gelişmek ister. Çünkü kendini ait hissetmemektedir.
Bu Noktaya Nasıl Geliyoruz?
Bir çalışanı kaybetmek için illa ki başka bir firmadan teklif almasına gerek yok. Onu sadece "görmezden gelmek" yeterli.
Geleneksel çalışan memnuniyeti anketleri artık çoğu zaman geç kalınmış sonuçları sunuyor.
İnsan Kaynakları'nın artık bu süreci “ölçmek” değil, okumak zorunda olduğu bir dönemdeyiz.
Bunları yalnızca bir “HR Dashboard” verisi gibi değil, insan davranışına dair bir sezgiyle yorumlamak gerekiyor.
Bazen bir çalışanı tutmak için İK değil, tek bir iyi yönetici yeterlidir.
Çünkü bir çalışanın kuruma değil, yöneticisine bağlı kaldığını artık hepimiz biliyoruz.
Yöneticilere şu soruyu sormak gerekiyor:
“Senin takımında biri duygusal istifa ettiyse, bunu fark eder miydin?”
Duygusal istifa sessizdir. Ne kapı çarpılır, ne mail atılır, ne veda edilir.
Ama etkisi yıllarca kurumu sarar.
Çünkü fiziksel olarak gelen ama ruhen gitmiş bir çalışandan daha maliyetli çok az şey vardır.
Ve bu yazıyı okuyan biriyseniz… Belki siz de bir zamanlar böyle istifa ettiniz.
Belki şu an takımınızda öyle biri var.
Belki de hâlâ tutabileceğimiz biri.