MENU
YETENEKLER
Bir kahve makinesi, rengârenk duvar yazıları, cuma günleri online yoga seansı...
Ve bir Slack mesajı:
“Toplantı sonrası çok kısa görüşebilir miyiz?”
“Çalışan deneyimi” dediğimiz şey bazen içi dolu bir kültür, bazen de parlatılmış bir yüzey haline gelebiliyor. Son yıllarda, özellikle pandemi sonrası dönemde, çalışan mutluluğu, bağlılık ve esenlik gibi kavramlar İnsan Kaynakları literatüründe ön sıralara taşındı. Şirketler çalışan bağlılığına yatırım yaptıklarını gururla anlatıyor. Ancak hâlâ cevaplanamayan temel bir soru var:
Çalışan deneyimi gerçekten bir deneyim mi, yoksa sadece iyi paketlenmiş bir beklenti mi?
2024 yılında Gartner’ın yayınladığı rapora göre, çalışanların %82’si kurumsal "well-being" programlarının görünürde iyi ama pratikte yüzeysel olduğunu düşünüyor. Aynı çalışmaya göre, yalnızca %23’ü iş yerinde kendisini psikolojik olarak güvende hissediyor. Yani herkes konuşuyor, ama herkes konuşamıyor.
Şirketler "bizde açık iletişim var" diyor, ancak toplantılarda karşı görüş belirtmek isteyen çalışanlar sesini çıkarmaya çekiniyor. Tükenmişlik yaşayanlar, "motivasyonum düştü" demekten korkuyor. Yoğun iş yükü altında ezilen birçok yetenek, "yardım istersem yetersiz görünürüm" endişesi taşıyor. Görünüşte herkes gülümsüyor, ama çoğu masa altına saklanmış duygularla çalışıyor.
Çalışan deneyimi, sadece fiziksel ortamın iyileştirilmesiyle oluşmaz. Ergonomik sandalyeler, parlak ofisler, uzaktan çalışma olanakları önemli olabilir. Ancak gerçek deneyim, çalışanların söylemek istediklerini rahatça ifade edebildiği, duygularının duyulduğu ve önemsendiği bir psikolojik alan yaratıldığında başlar.
Sistemler hâlâ KPI konuşuyor, ruh hâllerini ise görmezden geliyor. Halbuki insanın gerçek ihtiyacı, sadece hedef tutturmak değil; duyulmak, anlaşılmak ve güven içinde çalışabilmektir. İK’nın asıl görevi sadece süreçleri yönetmek değil, insanı anlamak olmalı. Çünkü bir çalışan kendini güvende hissetmediği yerde gerçek bir deneyim yaşayamaz.
Şirketler gerçek bir çalışan deneyimi yaratmak istiyorsa, yöneticilere sadece empati eğitimi vermekle kalmamalı, empati pratiği yapabilecekleri bir alan açmalı. İK raporlarında duygular, sayısal bir metrik değil, sürecin organik bir parçası olarak ele alınmalı. Ve belki de en önemlisi, "Her şey yolunda mı?" diye sormak yerine, bir adım daha yaklaşıp, "Bugün nasılsın... gerçekten?" diyebilmeyi öğrenmeliyiz.
Çünkü çalışan deneyimi bir kullanıcı deneyimi (UX) değildir. O, bir hayatın, bir duygular bütününün, bir aidiyet arayışının adıdır.
Ve artık hepimiz çok iyi biliyoruz ki:
İyi hissetmediğin yerde sürdürülebilir performans mümkün değildir.